Kendim ve Doğamla Aramdaki Mesafe: Manves City ve Sürüklenme
Latife Tekin'in Manves City ve Sürüklenme romanları üzerine bir yazı.
Latife Tekin'in bütüncül bir dili parçalayan hatta yok etmeye çalışan dili burada parçaları bütünlemeye, anlamı mümkün olduğunca iletilebilir hale dönüştürmeye doğru bir yola evriliyor.
Latife Tekin'in uzun bir aradan sonra Manves City ve Sürüklenme isimli romanları aynı anda yayımlandı. İki romanın aynı anda yayımlanmasının bir sebebi var tabii. Öncelikle her iki romanın kesişim yerleri ve de ortak bir kahramanı var: Manves City'deki hapisten çıkan işçinin aradığı patron, Sürüklenme'de de mevzubahis olacak. Ancak bu tabii benim okuma tecrübemdeki sıralamayla ilgili. Ben önce Manves Cityardından Sürüklenme'yi okudum. Bu sebeple birinci olarak Manves'i alıyorum. Ancak siz tam tersini de yapabilirsiniz ya da her bir kitabı tek başına ya da farklı sıralamalarla birlikte okuyabilirsiniz. Bu sebeple yazımı her iki kitabın kesişenleri üzerinden kurmayı deneyeceğim.
Manves City ve Sürüklenme'de anlatıcıların eşlikçisi metinler araya giriyor. Manves City'de bu metinler gazete köşe yazıları, fabrikadaki sesler, günlükler şeklinde iken Sürüklenme'de anlatıcı-kahramanın arkadaşı Raşit'e yazdığı mektuplar halinde ilerliyor. Ancak her iki romanda da bunlar, biraz önce belirttiğim gibi anlatıcıların eşlikçileri. Eşlikçileri diyorum çünkü metinde kendi halleriyle bir yer işgal etmiyorlar tam da anlatıcının zihninde açılan bir oyukta, bir yolculukta ya da zihnini tamamen boşaltmaya çalıştıkları yerlerde devreye giriveriyorlar. Bir de eşlikçi olmalarının sebebi aslında her iki romanın da kahramanının yalnız hatta yapayalnız olmaları. Bu eşlikçi metinler onların yalnızlıklarında birer ses işlevi görüyorlar. Nitekim bu ses mevzusu her iki romanda da önemli.
Manves City şöyle başlıyor: "Şu Ersel'in Yağderesi'ni dolaşıp da, o işçi deryası sanayi dünyasında, beş yıl önce çalıştığı fabrikanın kapısını bulamayışını kim anlatabilir ki? Daha Erice'ye çıkıp geldiği sabah, ona tren istasyonunda acıyla, ağız üzüntüsüyle dili dudağı titreyerek geri dönüp gitmesini söyleyen Nergis'ten başka kim anlatabilir ki? Sürüklendikleri çaresiz noktayı açıklamaya bir onun aklı yeter yeterse" (s. 11)
Sürüklenme'nin başlangıcı da şöyle: "Hayatın bizi hiçe sayacağından emin bir havayla, 'Uçağa binen ömrüne yazık ediyor, taş yerinde ağır,' dedi adam, serbest taksici. 'Ölümü göze alan ardını düşünür mü? Giden yolcu öfke saçıyor, gelen ağlamaklı mahzun, çaresiz hallerine bakıp aldanacak olsan başına ne iş açılacağı belirsiz.'" (s. 17)
Her iki kitaba da baktığımızda başlangıcın bir yerden bir yere gitme, bir karşılama ve karşılaşmayla yapıldığını görüyoruz. Ayrıca birindeki sürüklenilen çaresiz nokta ikincisinde başına ne iş açılacağının belirsiz haliyle birleşiyor. Böylece yazar bize birbiriyle karşılaşan iki kitabın aynı temellerle yaptığı başlangıçların farklı yollara ve dillere açılışlarının serüvenini anlatıyor. Nitekim her iki eser de bir yolculuğu, bir duraktan öbür durağa devam eden bir arayış atmosferini taşıyor.
Manves City'de Ersel üvey kızını, Sürüklenme'nin anlatıcı-kahramanı bir ülkeden öbür ülkeye sadece kendini değil kendine dair bir arayışı, kendini ve hatıralarındaki arkadaşlarını, yoldaşlarını, bir gerçeği arıyor. Bu arayışlar içerisinde aslında her iki kahraman da sürükleniyorlar. Sürüklenme her iki romanda da kahramanları giderek bir tuzağın içine çekiyor. Bu bağlamda eserlerde polisiye bir atmosfer söz konusu. Sona gelindiğinde tuzaklar biz okurları oldukça şaşırtıyor.
Arayışın, yolculuğun paralelinde kahramanların giderek yok olan bir doğayla kurdukları ilişki, onların kendi doğalarına açılan bir yolcuğa dönüşüyor. Manves City'de Ersel'in üvey kızını ararken gittiği yerlerde Manves City şirketinin yok ettiği tarım arazileri, fabrikada çalışmaktan robotlaşmış işçiler, yoksulluğun birlikte yaşamaya zorladığı ama dayanışmanın neredeyse yok olduğu bir ortam vardır. Üstelik herkesin yalan söylediği bir kahramandır Ersel. En yakınları bile ona gerçeği ya söylemez ya da söylemeye cesaret edemez. Böylece giderek trajik olana doğru sürüklenmeye devam eder. Bu sürüklenmeyi durduracak hiçbir şey yoktur. Aslında eserin başında ilan edilen "çaresiz nokta"ya gözümüzün önünde adım adım yaklaşır.
Sürüklenme'nin anlatıcı-kahramanı yıllardır devam eden belirsizlikleri, örgütün kayıp parasının peşinde, ne olduğunu bilmeden kendisine verilen görevleri bir ülkeden öbür ülkeye sürüklenerek gidermeye çalışır. Nevres'in yanına gittiğinde çalışanların doğayı korumakta mı yoksa doğaya zarar vermekte mi olduklarını anlayamaz. Ortada dönen birtakım şeyler vardır ama bunlardan işletmenin sahibi Nevres'in bile haberi yoktur. Dolayısıyla Sürüklenme'nin anlatıcı-kahramanı da tıpkı Manves City'nin Ersel'i gibi giderek sürüklenmekte, ancak o, başladığı yere geri dönmektedir. Bu anlamda kitabın ritmik bir şekilde kendi içinde dönen bir daire hareketi yaptığını düşünebiliriz. Tıpkı eserin başlangıcındaki anlatıcı-kahramanın bir uçakta aklından geçenler gibi.
Gençler her iki eserde de önemliler. Manves City'nin Ersel'i üvey kızını arıyor. Sürüklenme'nin anlatıcı-kahramanı ise Tamis, Karaca ve Misal adlarında üçü de aynı yaşlarda üç genci anlatının eşlikçisi yapıyor. Böylece Manves City'nin eşlikçi metinlerine, Sürüklenme'de anlatıcı-kahramanın Raşit'e yazdığı mektupların yanı sıra bu üç gencin varlığı ekleniyor. Onların romandaki varlıkları ve birbirleriyle kurdukları ilişkiler kişinin kendi doğası ve varlığı üzerine düşünmenin de bir yolunu oluşturuyor, çünkü her biri benzerliklerle kurulmalarına rağmen giderek birbirlerinden ayrışıyorlar. Bu da bizim başlangıcımızla sonrasında kendimizle aldığımız mesafeye göndermeler yapıyor.
Manves City'de Ersel'in arkadaşı Nergis'in köşe yazıları, Sürüklenme'de Arabacı, her iki metnin kilit karakterleri. Neden kilit karakterler? Onlar bize romanda ne olacağını aslında varlıklarıyla ve kahramanlara dair söylemleriyle haber veriyorlar. Nergis'in köşe yazılarında Ersel'in başına geleceklere dair göndermeler, Sürüklenme'de Arabacı'nın anlatıcı-kahraman ve Misal'i götürdüğü doğa ve buradaki konuşmalar, her iki eserde de gerçekleşeceklere dair ipuçları niteliğini taşıyorlar. Nitekim eserler ilerledikçe olacakların halihazırda başkaları tarafından bilindiği de ortaya çıkıyor.
Eserlerde göze çarpan, değinmek istediğim son unsur dil meselesi. Latife Tekin'in bütüncül bir dili parçalayan hatta yok etmeye çalışan dili burada parçaları bütünlemeye, anlamı mümkün olduğunca iletilebilir hale dönüştürmeye doğru bir yola evriliyor. Bu da eserleri okurken gözlerimizin önünde gerçekleşiyor. Ancak bu demek değil ki her iki eser de tamamen aynı dile evriliyor. Manves City'de bir kahramanın kendi sonuna yolculuğu kadim birçok kıssaya, mite gönderme yaparken dili epik ile birleştiriyor. Sürüklenme'de dil ritmik bir şekle bürünerek yukarıda da belirttiğim gibi başladığı yere yavaş yavaş geri dönen bir daireyi andırıyor.
Ben de sürüklenerek yazımı başladığım yerde bitireceğim: Manves City ve Sürüklenme, Türkçenin büyük yazarlarından birinin uzun bir aradan sonra yayımlanan iki romanı. Onları farklı şekillerde ve tekrar tekrar okumak da bizlerin boynumuzun borcu...
https://oggito.com/icerikler/kendim-ve-dogamla-aramdaki-mesafe-manves-city-ve-suruklenme/64230