Yusuf Çopur ile Söyleşi: Tanpınar'ın Büyük Oyunu
TANPINAR'IN TEMEL MESELESİ TECRÜBEYLE
Ahmet Hamdi Tanpınar. Romancı, öykücü, şair. Edebiyatımızın çok önemli duraklarından biri. Arayış, onu anlatan en doğru kelimelerden biri belki de. Hepsi birbirinden değerli eserleri, arayışta kendini bulan bir yazarın not düştükleri. Hayata. Yalnızlığa. Geçmişe. Anılara. Tanpınar'ın bunca yıl sonra hala heyecanla okunması, merak edilmesi ve sevilmesi belki de onun, hayatın her renginde karşılık bulan yazdıkları, düşündükleri, söyledikleridir. Tüm bunların peşine "oyun" olgusuyla düşen kapsamlı ve bir o kadar değerli bir eser yayınlandı. Modernizmin Oyunu Oyunun Modernizmi - Tanpınar'da Oyun ismini taşıyan eseri, yazarı Seval Şahin'le konuştuk.
TANPINAR'IN TEMEL MESELESİ TECRÜBEYLE
Ahmet Hamdi Tanpınar. Romancı, öykücü, şair. Edebiyatımızın çok önemli duraklarından biri. Arayış, onu anlatan en doğru kelimelerden biri belki de. Hepsi birbirinden değerli eserleri, arayışta kendini bulan bir yazarın not düştükleri. Hayata. Yalnızlığa. Geçmişe. Anılara. Tanpınar'ın bunca yıl sonra hala heyecanla okunması, merak edilmesi ve sevilmesi belki de onun, hayatın her renginde karşılık bulan yazdıkları, düşündükleri, söyledikleridir. Tüm bunların peşine "oyun" olgusuyla düşen kapsamlı ve bir o kadar değerli bir eser yayınlandı. Modernizmin Oyunu Oyunun Modernizmi - Tanpınar'da Oyun ismini taşıyan eseri, yazarı Seval Şahin'le konuştuk.
Tanpınar karakterlerinin hemen hepsi hayatın akışı içinde kendilerine geçmişleriyle bağlantılı olarak bir yer bulmaya çalışıyorlar. Ondaki parçalanmışlığı bu arayışa bağlayabilir miyiz?
Tanpınar’ın edebî anlayışında arayış başlı başına önemli bir unsur. Arayış onun için öncelikle karşılığını sık sık kullandığı “kendini yapmak” ifadesinde buluyor. Bu kendini yapmak kültürel bir unsur şüphesiz. Kişinin kendi varoluşu üzerine düşünüp bununla beraber şekillendiği dünya içindeki devinimi Tanpınar’ın temel meselelerinden. Bu sebeple kendini yapmak bir anlamda karşılığını kendini birçok kez ve farklı şekillerde yapmayı beraberinde getiriyor. Sonuçta ortaya çıkan ise parçalanmışlık.
Bu parçalanmışlığı daha da somutlaştırırsak...
Abdullah Efendi’nin Rüyaları hikâyesi buna çok iyi bir örnektir. Tammış gibi göründüğü halde sürekli kendi parçalarını başka başka yerlerden toplayan bir kahramanın kendisi hakkındaki serüvenini anlatır bu hikâye.
Tanpınar’ın kendisi için bir parçalanmışlıktan bahsedilebilir mi?
Onun yaşamı için parçalanmış demekten çok parçalılık daha doğru geliyor bana. Birçok parçanın bir araya geldiği ama her parçanın birbiriyle bağlantısı bulunmayan bir yap-boza benziyor. Nitekim günlükleri yayımlandıktan sonra bu daha net bir şekilde ortaya çıktı.
Üst üste siyasal ve toplumsal olayları yaşayan devrin aydınları bir arayış içindeydiler. Tanpınar'ın edebiyatına nasıl yansımıştır bu arayış?
Tanpınar’ın kuşağı üst üste siyasal ve sosyal olayların yaşandığı bir döneme tanıklık ediyorlar. Bu dönemde II. Meşrutiyet, iki dünya savaşı, kurtuluş savaşı, çok partili rejime geçiş ve hatta bir de darbe var. Tüm bunlara neredeyse altmış yıl gibi bir sürede tanıklık ediyorsunuz. Tabii tüm bunlar toplumsal hayatta ve bunun kültürel yansımalarında da izler bırakıyor. Düşünsenize konuşulacak o kadar çok şey var ki ama diğer taraftan hayat sürekli değişiyor. Üzerine konuşamadan, tecrübe edilememiş hayatları yaşamaya başlıyorsunuz. Tam bir şeye alıştım derken başka bir şey karşınıza çıkıyor. Böylesi bir kuşağın aydını olarak Tanpınar’ın sanatının temeline arayışı ve buna paralel olarak yolculuk fikrini getirmesi çok da anlaşılabilir geliyor bana. Biraz önce sözünü ettiğim devinim de bununla bağlantılı zaten. Devinim bir sürekli oluştur ama bu süreklilikte bir bitiş söz konusu değildir. "Ne İçindeyim Zamanın Ne de Dışında" şiirini hatırlayalım. Geçmişin Tanpınar’ın eserlerine girişi de bu yüzden ya da kahramanlarının birçoğunun geçmiş ile bir meselelerin olması da.
Fakat bu hangi geçmiş? Tecrübe edilmemiş bir zamanın geçmişi olur mu?
Bu Tanpınar için önemli bir soru. Bu sebeple ondaki geçmiş kavramının bir geçmişe özlem şeklinde ortaya çıktığını düşünmüyorum. Geçmiş var ama bir hortlak halinde mevcut. Zaten sadece özlem olsa huzursuz da olmayacak. Onu en çok huzursuz eden meselelerden biri bu. Aynı şekilde zaman zaman birbiriyle zıtmış gibi görünen fikirler öne sürmesi de bence bununla bağlantılı.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ı, başta dil olmak üzere, sonrasında kurgu ve yapıya da aksedecek bir şekilde oyuna yönelten etkenler nelerdi?
Onun eserlerinde oyun meselesi yaşadığı dönemde bağımsız değil. Onu ısrarla oyun meselesine götüren de dönemi ve döneminde yaşadıkları. Öncelikle dilden başlarsak. Bir yazarın, şairin malzemesi dildir. Eserlerini onunla kurar. Fakat sonra birden dil değişir, alfabe ortadan kalkar ve her şey sıfırlanır.
Peki yazarın kendisini sıfırlaması söz konusu mudur?
Tabii ki hayır. Bence bu çok büyük bir kriz. Temel malzemeniz elinizden alınıyor ve siz yazmaya devam etmek istiyorsunuz. Peki bunu nasıl yapacaksınız? Tanpınar’ın kahramanları hayatla ve kelimelerle oyunlar oynamayı severler. Çünkü bu onlara iyi gelir, oyunlarla kendilerine başka dünyalar yaratırlar. Böylece kendilerini tamir ederler. Süha Oğuzertem, Tanpınar’daki bozuk saat ve hasta sıhhat ilişkisine çok güzel değinmiştir. Ben bu değinide oyunun da etkili olduğunu düşünüyorum. Her şeyin hızla değiştiği üstelik dilin de değiştiği bir dönemde oyun oynamak ciddi bir iş haline geliyor. Tanpınar için de öyle. Çünkü oyun aynı zamanda bir direnme şekli olarak ortaya çıkıyor. Buna eşlik eden de baştan beri söylediğim kendini yapmak meselesi ki bu mesele de Türk aydının kafasını sürekli meşgul eden Doğu-Batı’dan bağımsız değil.
Tanpınar, halk edebiyatı kültürü ile Batı kültürünü eserlerinde bir araya getirirken oyunu nasıl kullanıyor? Kısaca bahseder misiniz?
Halk kültürü ve Batı kültürü diye iki ayrı kavramdan söz etmek doğru değil bence. Yerli ve yabancı kültür demek daha iyi sanki. Karagöz ve Hacivar Tanpınar’ın eserlerinde önemli bir yer tutar mesela. Birbirini sürekli yanlış anlayan Hayri İrdal ve Halit Ayarcı modern dünyada sahneye çıkmış Karagöz ve Hacivat gibidirler. Fakat onlar tabii ki tıpkı birçok yerli unsur gibi artık var olan halleriyle değil bozulmuş, tahrip edilmiş olarak görünürler Tanpınar’ın eserlerinde. Örneğin Emirgan’da Akşam Saati hikâyesinde kahramanın bilinçaltı olurlar. Bu salt geçmişe bir gönderme değildir. Yok olan, başka türlü var olamayan bir unsura da göndermedir, fakat bir taraftan var olması da istenir. Bu sebeple Tanpınar ve Bergson’un zamanı parçalı değil de bütün olarak gören dureé fikri birbirine paraleldir.
Tanpınar, irrasyonel olan oyun dünyasına bir Avrupalı gözüyle, dıştan mı bakar bir Doğulu gözüyle içten mi?
Tanpınar için oyun dünyasının irrasyonel olduğunu söyleyemeyiz. Burada bir Avrupalı gözü ve Doğulu gözü gibi ikili karşıtlıklarla düşünmek de çok doğru gelmiyor bana. Tanpınar için oyun hakikate ulaşmanın bir yolu. Hakikat de hep söylüyorum ama yine tekrarlayacağım kendini yapmanın bir yolu. Dolayısıyla bu bakış tamamen içe doğru bir bakış fakat burada Doğulu ya da Avrupalı bakışı bir karşıtlıktan söz edemeyiz. Bakış, her halükarda kendine çevrilmiş bir şey, bunun iç-dış ilişkisi göreceli. Zaman zaman dıştan içe zaman zaman içten dışa doğru evriliyor.
Tanpınar'ın temel meselesi olan modernin yarattığı huzursuzluk karşısındaki tutumu etken bir duruş mu edilgen bir kabulleniş midir?
Tanpınar’ın temel meselesi tecrübe ile. O, tecrübenin gelip geçici, uçucu bir şey olmasına karşı çıkıyor. Bir hayat üzerine düşünmek, onu anlamlandırmak değerli bir şey onun için. Tüm bu çabaların yok olmaya yüz tutması endişe verici ama bir o kadar da şaşırtıcı ve cezbedici. Acaba ne olacak, nasıl olacak? Bu meraktan kendini alamıyor. O yüzden etken ve edilgenlik meselesinde ben daha çok etken olduğunu düşünüyorum. Eserlerinin hepsi barındırdıkları huzursuzlukla buna örnektir bence. Evet kendisi bir eylem adamı değildir ama kahramanlarının hepsi tecrübe ile anlam arasında etken bir rol üstlenirler.
TARAF KİTAP, TEMMUZ 2013
http://yusufcopur.blogspot.com.tr/2013/07/tanpinarin-buyuk-oyunu.html