Seval Şahin: “Polisiye, milli edebiyat dediğimiz mekanizmanın oluşumunda önemli bir role sahip.”
Okuma listeme ekle
Söyleşi: Can Öktemer
Polisiye edebiyatın en önemli ve en eski türlerinden biri. Polisiye edebiyat içerisinde barındığı suç, suçlu, ahlak gibi konular bakımından farklı okumalara açık bir edebiyat türü aynı zamanda. Bu bağlamda Seval Şahin’in geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları’ndan yayınlanan Cinai Meseleler: Osmanlı – Türk Polisiye Edebiyatında Biçim ve İdeoloji (1884 – 1928) kitabı, Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminde yayınlanmış polisiye romanları üzerine derinlemesine bir inceleme yapıyor. Seval Şahin 1884 – 1928 yılları arasında yayınlanmış polisiye romanlarını döneminin siyasi ve ideolojik olaylarıyla beraber inceliyor, yaşanan büyük tarihi olayların polisiye romanlarına nasıl yansıdığını ele alıyor, bununla beraber bu romanları Benedict Anderson’ın ünlü ‘Hayali Cemaatler’ kavramı üzerinden değerlendiriyor. Anderson’ın ‘Hayali Cemaatler’ tartışmasını polisiye romanlarda karşımıza çıkan çeteler üzerinden bir okumasını yapıyor. Seval Şahin’le Cinai Meseleleri, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde yayınlanmış polisiye eserleri ve farklılıklarını konuştuk.
Geçtiğimiz günlerde Osmanlı-Türk polisiyesi edebiyatında biçim ve ideoloji başlıklı bir kitap yayınladınız. Bize bu kitabın oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?
Kitap 2011-2014 yılları arasında yürütücüsü olduğum bir TÜBİTAK projesinden yola çıkarak oluştu. Projede Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyeleri Didem Ardalı Büyükarman ve Banu Öztürk ile birlikte Türkçede polisiyenin Arap harfli döneminin bir tarihini yazmaya girişmiştik. Oldukça büyük bir projeydi. Cinai Meseleler, bu projenin ürünlerinden. Ancak projenin başka kitapları da önümüzdeki zaman diliminde yayımlanacak.
Araştırma kapsamında 1884-1928 yılları arasında Osmanlı ve Türkiye’de yayımlanmış polisiye eseleri biçim ve ideoloji bakımından inceliyorsunuz. Araştırma kapsamının bu tarihler arası seçmenimizin sebebi neydi?
Bu zaman aralığını seçmemin sebebi türün ilk ortaya çıkışından Arap harfli dönemin bitip Latin harflerine dönemine geçildiği 1928 yılı. Bu yıl, sadece yeni bir alfabeye geçilmesinin değil aynı zamanda Kemalizm’in de toplumda yavaş yavaş bir ideoloji halini almasının başlangıcı.
Kitapta polisiyenin bir kuralları ve temaları olduğunu aktarıyorsunuz. Bu bağlamda ilk olarak Avrupa’da ortaya çıkmış olan bu edebi türle, Türkiye’deki örnekleri kıyasladığınızda ne gibi benzerlikler ya da farklılıklar tespit ettiniz?
Türkçede türün ortaya çıkışında çeviriler ve adaptasyonlar etkili. Ancak Avrupa merkezli polisiyenin rasyonalizminden ziyade bizde daha bilek gücüne dayanan Fantoma tarzı polisiyeler ve akla karşı sezginin kutsandığı bir türle karşı karşıyayız.
Cinai Meseleler’de Benedict Anderson’un ünlü ‘Hayali Cemaatler’ kavramından hareketle yerli polisiyelerde karşımıza çıkan çeteler üzerinden ilginç bir okuma yapıyorsunuz. Bu noktada Anderson’ın kavramıyla polisiye edebiyatta karşımıza çıkan çeteler arasında nasıl bir bağ var?
Anderson, ulusun hayal edilmiş bir cemaat olduğunu söylüyor. Polisiyelerdeki çeteler de ulus oluşumundaki bir prototip gibiler. Onların da tıpkı ulus gibi kendilerine has bir sözlükleri, yardımlaşma dernekleri, bürokrasi kurumları, kuralları hatta çete liderinin heykelleri var.
Osmanlı polisiyesinde özellikle İttihat Terraki’nin başa gelmesiyle birlikte, içerik ve biçimsel değişiklikler gözlemlediğini saptıyorsunuz. Bu doğrultuda İttihat Terraki sonrası polisiye edebiyatta ne gibi değişiklikler olmuştur?
Polisiyeler, merkezileşmeyle birlikte daha Türk kimliğini öne çıkarmaya başlıyorlar. Milli edebiyat adı verilen mekanizma içinde halkı manipüle açısından da “avam” olduklarından oldukça rağbet gördüklerini söyleyebiliriz.
Bildiğiniz üzere Cumhuriyet dönemiyle birlikte modern bir ulus devlet inşasına geçilmişti. Bu bağlamda bu inşa süreci sadece siyasi değildi, kültürel de bir inşaydı aynı zamanda. Edebiyat kanonumuzda Ulusçuluk ve Anadoluculuk en bilinen örnekler bu bakımdan. Peki bu durum polisiye edebiyat nasıl yansımıştır?
Bir önceki soruda da belirttiğim gibi polisiye milli edebiyat dediğimiz mekanizmanın oluşumunda önemli bir role sahip. Herkesten zeki Türk kahramanları ve modern hırsızları, kibar ve iyi eğitimli çete liderleriyle ulusun incinen gururunu tamir eden bir yapı oluşturuyorlar.
Klasik polisiye edebiyatında suç ve suçlunun cezalandırılması en önemli temaların başında gelmektedir. Osmanlı-Türk polisiyesinde sizce bu kavramlar nasıl ele alınmıştır?
Bizde suçlular her zaman cezalarını çekmiyorlar. Bunun sebebi bazen yakalanmak üzereyken ölmeleri ya da peşlerindekilerin aslında onlara hak verip yakalanmamaları gerektiği, ama bu durumlar oldukça nadir. Buna rağmen bunun toplumsal uzlaşı sağlamada önemli olduğunu da göz önünde bulundurmak gerek.
Klasik polisiye edebiyatında mekan kullanımının çok önemli olduğunu bilinmektedir. Puslu ve yağmurlu hava, tekinsiz sokaklar bu duruma dair bildiğimiz imgeler olsa gerek. Osmanlı-Türk polisiyesinde mekan olarak İstanbul’un kullanımı nasıl olmuş sizce?
Bu dönem polisiyelerinde İstanbul’un lüks mekânları bolca kullanılır, çünkü onlar soyulmak için potansiyel yerlerdir. Diğer taraftan umumhaneler, esrar kahveleri ve ucuz meyhaneler de metinlerde bolca yer alır.
Son dönem Türkiye edebiyatındaki polisiye romanları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bağlamda yeni polisiye romanlar üzerinden Anderson’ın tarifinin ya da başka bir ideolojik aktarım saptaması yapılabilir mi?
Son dönem polisiye edebiyata ilgi giderek artıyor. Yeni polisiye yazan yazarlar da var. Bu tür açısından sevinç verici bir durum. Yeni polisiye romanlara Anderson’ın ulusun tahayyül edilmesi üzerinden bakmak meselesi başlı başına büyük bir soru. Bunu da başka araştırmacılara bırakalım…
Can Öktemer – edebiyathaber.net (22 Kasım 2017)